26 Şubat 2013 Salı

Kiss Me Söv Me Sevmiii

             
                      Şubat soğuğunda Eskişehir-Adana yolunda yollar çarpıyor sağdan soldan tokat gibi. Fonda deli gibi söven bir melodi. Paltomuz ince acıyı geçiriyor.Açlıktan değil acıdan kokuyor ağzımız.Bizim yaralarımız tanıdık yaralar değil.Hayatımız ve ölümümüz, ölümümüz ve hayatımız, biz ve hayat ve ölümümüz.
                         Yüreğimiz koflaştı mı bilmiyorum ama mola sancıları taşlaştırıyor zihnimizi.
                  Şubatın can yakıcı bir acısı var.Merkezi belirsiz bir keşmekeşi. Nefes alıp verirken aldığım nefesin fazlasından fazlasını içimde tutmama rağmen aldığım nefesten daha çok veriyorum hayata.Bu aradaki fark da Şubatın farkı, 23 yaşında bir adamın kaybettiği kurallarının farkı. Kaybetmek her zaman kolaydan kolaydır.
                  Yıllarca biriktirdiğin beyazları bir küçük siyah nokta griye çevirebilir.Sonra aldığın o nefesteki kaybolan miktarı griye doğru üflersin ve simsiyah olur.
                  Hatalar kumaşından diktiğin takım elbise ile nefsinle sarmaş dolaş pozlar verirken sana kapkara bir kravat hediye ederler.Artık çevrimin son darbesi de gelmiştir.Kazandığını zannettiğin büyük lokmalar tabakta duruyordu.Tabak sana kilometrelerce mesafede uzaktı.O lokmaları rengi siyahtı.Senin rengin beyaz.Fıtratında var olan lokmalarda beraber yürüdün,yürüdün,yürüdün...Amacın lokmanın tadına bakmaktı.Küçük dünyandaki büyük nefsin lokmaların hepsini yedirtti sana.Acı duymadan tuzlayarrak yedin.Doymamıştın, doymamış olarak kendine döndün.
                  Mevsimler geçti.Rengin bir şeylere gark olmaya doğru gidiyordu.Direksiyonu kırıp ters yöne girdin.Kendi elinle yaptığın lokmaların tadına bakmayacaktın aslında.Veda etmeye gelmiştim dedin.Veda edemedin tam olarak.Üzerinde arap saçı kalmıştı.Cevapsız sorular,tükenen kalemler,yorulan zihinler,kızaran kadayıflar,ışık yakıyorlardı.
                Bilemedin,yapamadın,yapmadın,durmadın,olamadın,yetmedi...

24 Şubat 2013 Pazar

Bizim Eskiden Sevdalarımız Vardı




"Bizim eskiden sevdalarımız vardi
Kızaran yanakları öpmelere utandık
Sonra suç olmak girdi araya

Bizim eskiden umutlarımız vardı
Yıkılan duvarların gövdesine yaslandık
Sonra yanılmak girdi araya 

Bizim eskiden gülüşlerimiz vardi
Kırılan yüreklere öylesine dağıttık
Sonra ağlamak girdi araya

Bizim eskiden öfkelerimiz vardı
Tutuşan dağların seherine yar olduk
Sonra vurulmak girdi araya"

                 Ne güzel demiş "Hayaloğlu", şimdi bunlardan geriye yalnızca "yaşama telaşı kaldı". Bizim eskiden bir de şehadet sevdamız vardı,koşuşturmaca arasında kurban verip ekmek arası yediğimiz. Ya zafer ya şehadet haykırışlarımız vardı boncuk boncuk önümüze dökülen.Metin Yüksel yürüyüşü vardı faiz kokan caddelerde. Sisli geceler arasından sıyrılıp gelen Malcolm edası vardı yüzümüzde. Pankartlarımız vardı korku salan yüreklere.
                Buralar eskiden dutluktu gibi bir giriş oldu haliyle lakin bu bir iç döküştür,bir sitem bir feryattır, fazla duygusal olmaya gerek var mı? Evet var! Söz gerek bize şafağa en yakın yerden muştular ipine tutunmak için.Eylem gerek Nuh'un son seferine bilet  için. Safa-Merve arasında seller gibi ter akıtmak gerek Hacer gibi..
                  21.yy da vahyin yasakladığı her şeyin alenen ilmik ilmik işlendiği, tuzların yaraya göre sipariş edildiği, mevsim normallerinin dibinde seyreden sünnet çizgisi ile bırakın fikir-söylem-eylem birliğini, tuttuğumuz saçma sapan pankartların saplarının elimizde kaldığı dönemde mehdi gelse dahi çeşitli mazeretlerle (uyku sınavlar otobüs trafik vs) silahlı cihada dahi geç kalacak durumdayız.Allah bize azim heyecan heyecan ve heyecan versin o pankartın sapı olarak ölmek yakışmaz bize.